Afganistan’ın çok hızlı bir şekilde Taliban’ın eline geçmesi, küresel cihatçı terörist grupların yeniden örgütlenip gelişebilecekleri bir sığınak bulacakları yönündeki kâbus dolu düşünceyi yeniden gündeme getirmiştir. Ayrıca, cihatçı grupların yükselişte olduğu Afrika’ya da dikkat çekmektedir. Bu gruplar 11 Eylül’den yirmi yıl sonra terör savaşlarını kıtanın büyük bir bölümünde sürdürüyor. Yolsuzluk, siyasi uyum eksikliği ve zayıf silahlı kuvvetleriyle Mali gibi bir ülkenin cihatçı gruplar tarafından ezilmesi gerçekçi senaryosu; 2013’te neredeyse gerçekleşiyordu. Afganistan fiyaskosunun ardından Batılı ülkeler bu isyanlarla mücadeleye katılımlarını arttırma konusunda son derece isteksiz hale gelirken, Afganistan’dan Afrika için çıkarılacak dersler üzerinde düşünmek gereklidir.
Radikal İslamcı hareketlerle bağlantılı terörizm, hem olay sayısı hem de ölümler bakımından rekor kırdığı 2014 yılından bu yana azalmıştır. Cihatçı isyanların yaşandığı ülkeler dışında terörizm daha da keskin bir düşüş göstermiştir; bu da birçok grubun günlük operasyon alanları dışında sivillere karşı saldırı düzenleme kapasitesinin ciddi şekilde kısıtlandığını göstermektedir. Dünya genelindeki terör olaylarını ölçen Küresel Terörizm Endeksi Servisi, terör saldırılarıyla bağlantılı ölümlerin 2014 ile 2019 yılları arasında %59 azalarak toplamda 13.826’ya gerilediğini ve bunların çoğunun cihatçı ayaklanmaların yaşandığı ülkelerle bağlantılı olduğunu göstermektedir. Ancak Afrika’nın pek çok yerinde ölümler dramatik bir şekilde artmıştır. Şiddet eğilimli cihatçı gruplar Afrika’da güçlenmekte ve bazı durumlarda sınırları aşarak genişlemektedir. Ancak hiçbir devlet Afganistan’da olduğu üzere çökme riskiyle karşı karşıya değildir. Afrika’daki İslamcı isyanların üç ana coğrafi operasyon alanı vardır.
Bunlardan biri, çok eski bir isyanın yıllardır Kenya’nın sınır bölgelerinde istikrarsızlık yarattığı ve şu anda Mozambik ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki şiddet yanlısı gruplara ilham kaynağı olan Somali’dir. İkincisi, Batı Afrika’nın Sahel bölgesinde, Mali, Nijer ve Burkina Faso arasındaki sınır bölgesinin yanı sıra Fildişi Sahili, Togo ve Benin gibi komşu ülkelerin de özellikle etkilendiği bölgedir. Son olarak Çad Gölü çevresi ve Nijerya’nın kuzeydoğusu, çatışmanın kuzey Kamerun, Çad ve Nijer’i doğrudan etkilediği bölgedir. Tüm bu isyanlar, teröristlerin saldırılarının çoğunun hedefi olan yerel halk üzerinde büyük bir etki yaratmaktadır.
Fransa ve İngiltere’nin ön saflarda yer aldığı Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yoğun gayretlerine ve Birleşmiş Milletler ve kalkınma bankaları gibi çok taraflı kuruluşların tam destek vermelerine rağmen cihatçı ayaklanmalar devam etti ve hatta genişliyor. ABD’nin Afrika’da çoğu terör örgütleriyle mücadelede görev alan yaklaşık 6,000 askeri bulunmaktadır. Fransa Sahel’de iki büyük askeri operasyona önderlik etmiştir. Bunlardan birincisi olan Serval, 2013 yılında dört güçlü silahlı grubun koordineli saldırısıyla isyancıların ilerleyişini engelledi ve Mali devletinin tamamen çökmesini önledi. Bu operasyonu, şu anda Paris’in diğer uluslardan çok daha geniş katılımlı olmasını umduğu çok uluslu Takuba görev gücüne dönüşmekte olan Barkhane adlı başka bir operasyon takip etti. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yakın zamanda varlığını azaltma yönünde aldığı karara kadar Sahel’de 5,400 kadar asker bulunduruyordu. 2007 yılında Afrika Birliği, BM Güvenlik Konseyi’nin isteğiyle Somali Misyonu’nu (AMISOM) 11 Afrika ülkesinin katılımı ve sahada görev yapan yaklaşık 20.000 personelin yanı sıra Batılı ülkelerden aldığı önemli mali ve teknik destekle başlattı. Ayrıca, BM Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu (MINUSMA) 2013 yılından bu yana 18,000 personeliyle Mali’de bulunmakta ve devam eden tüm BM barışı koruma operasyonları arasında en ölümcül olanına liderlik etmektedir.
Bu isyanların sebepleri karmaşıktır ve genellikle yerel sorunlar, yerel kaynaklar için rekabet (özellikle otlaklar için arazi), kötü yönetişim ve hükümetlerin özellikle çevre bölgelerdeki nüfuslarına hizmet sunma ve ekonomik fırsatlar sağlama konusundaki kapasite eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Afganistan’da da görüldüğü gibi daha yapılandırılmış cihatçı hareketlerin çoğu iç savaşlar sırasında başlamıştır. Somali’deki El-Şabab, 1991 yılında başlayan yıkıcı bir iç savaşın sonucunda bir düzen getirmek için ortaya çıkan İslami Mahkemeler Birliği’ne bağlı bir örgüt olarak kurulmuştur. Mali’de ise Ansar Dine ve Batı Afrika’da Birlik ve Cihat Hareketi (MUJAO) gibi bir dizi cihatçı örgüt 2012 yılında Mali’nin kuzeyindeki Tuareg isyanı sırasında kurulmuş ya da önemli derecede güçlenmiştir. Cihatçı isyanlara katkıda bulunan bir diğer unsur da geleneksel aile yapılarının çöktüğü bir ortamda marjinalleşmiş ve hayal kırıklığına uğramış gençlerin küresel kimlik ve amaç arayışlarıdır. Bu bağlamda, genellikle Suudi Arabistan merkezli vakıflar tarafından finanse edilen Selefi dini örgütlerin propagandası, genç nüfus arasında bölücü mesajların yayılmasına katkıda bulunmaktadır.
Alexandre Marc tarafından yazılan “20 years after 9/11, jihadi terrorism rises in Africa” yazısı çevrilmiştir.
Çeviren: Erkan Şahin
Comments